Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz...
Derin 4,5 aylıkken, Tekirdağdan İstanbula dönüyorduk. Derinin yanında oturuyordum arkkada, Gökalp de arabayı kullanıyordu. 3 saat boyunca aralıksız düşündüm ve düşündükçe sarsıldım. Neler mi düşündüm işte burada:
Çevresel Faktörler
Artık arabaların, gürültünün, karmaşanın olduğu taş binaların çevrelediği ortamlardan zerre keyif almaz olmuştum. Nefes alamaz hale geldiğim çok olmuştur. İşim gereği sık sık Levent civarında oluyordum, öğle aralarında civardaki alışveriş merkezlerinde yemek yiyordum yani birçok insanın hayalini kurduğu ortamlarda bulunuyordum. Sonuçta ne o yemekten keyif alıyordum ne de insanların keyif aldığını düşünüyordum. Büyük paralar veriliyordu o yemeklere, bazen bir öğle arası en az 50 liraya mal oluyordu.
Haftaiçi Derini götürebildiğimiz tek yer evimize yürüme mesefesi olan küçük bir parktı, standart belediye parkı, bir kaydırağı iki salıncağı olan çevresinde iki kıytırık bitki koyduklarından, tabi ki park arabaların geçtiği bir sokağın ortasındaydı ve çocuklara hiçbir özgürlük yoktu.
Kızımla geçirebildiğim 3 saatin 1 saate yakını bu parkta salıncak sırası bekleyerek geçiyordu. Haftasonları ise yine binaların olduğu yerlerde geziniyor, bazen zerre keyif almadığım kahvaltılara gidiyor, kızımın hiçbir hareket özgürlüğünün olmadığı mekanlarda zaman geçiriyor, kızımı mama sandalyesine hapsediyordum. Şimdi düşünüyorum da Ipadin bu kadar yaygın kullanılmasının sebebi o masalarda daha çok oturabilmek iiçn bu miniklerin beynini uyuşturmaktan başka birşey değil.
Kızım hiç istemediğim çevresel koşullarda büyüyordu, ben tamamen kapana kısılmış hissediyordum, başka bir hayat nasıl kurulur hiç bir fikrim yoktu, korkuyordum, yanlış bir karar almaktan, hayatlarımızı mahfetmekten, kaybetmekten delicesine korkuyordum. Bu korku beni gittikçe içine çekiyordu.
KİŞİSEL KOŞULLAR
Bi anne olarak kızımı günde sadece 3 saat görebilmek,
kızımın her ne kadar sevgi dolu da olsa başka bir kadın tarafından büyütlmesi
beni inanılmaz rahatsız ediyordu. Kadıncağız birçok konuda fikri olmayan
ilkokul mezunu bir kadındı. Burda amacım kesinlikle herhangi bir ayrım yapmak
değil kendi koşulumu anlatmaya çalışmak ki Songül abla çok saygı duyduğum,
inanılmaz sevgi dolu bir kadındı.
Ben kızımı daha çok görmek, onun bana ihtiyacı olduğunda kimseden izin almadan yanında olmak, sene boyunca toplam iki hafta tatil yapabilecek olduğumuzu bilmek, kızımın hiçbir zaman yazlık gibi bir mevhumu tadamayacağını bilmek, tek başımıza olmamız bütün bunlar beni annelik bakımından zorlayan, keşke daha farklı birşeyler yapabilseydimi sorgulatan durumlardı.
Kişisel olarak ise 2011 yılından bu yana kafayı kırmış biri
olarak ne diyebilirim ki,... bu sistem bana inanılmaz derecede samimiyetsiz,
riyakar ve balon geliyordu. Sahip olduğumuz şeyler bize zamanla sahip çıkmaya
başlıyor, satın aldıkça, hayatımızı harcıyorduk. Ödeme olarak zamanımızı
veriyorduk. Çocuklarımıza ihtiyacı olmayan şeyler alıyor ve karşılığında nların
ihtiyacı olan zaman ve enerjimizi, neşemizi satıyorduk.
Gittikçe şikayet eden, mutsuz ve gergin bir kadına dönüştüm.
Sabahları servis çok erken gittiği için toplu taşımayla işe gidiyordum,
dolmuş-metrobüs-dolmuş üçlüsü
ayrılmazımdı. Bir gün dolmuşta giderken çok mutsuz olduğumu farkkettim ve
çaktırmadan bir fotografımı çektim, o kadar yaşlanmış o kadar enerjisiz ve mutsuz
görünüyordum ki kendimi tanıyamadım.
Bebeğim bana bu kadar mutluluk verirken demek ki başka bir
yerden enerjim çok daha hızlı bir şekilde çekiliyordu ki beni bu denli mutsuz
etmeye sebep oluyordu.
Sistem çok net bu şekilde ilerliyordu, hastalıklı derecede
hırslı bir sistem çarkları arasında insanların hayallerini, yapmak
istediklerini öğütüyor ve tek tip, düşünmeyen, sisteme mecbur olan, borçlu
mutsuz bireyler üretiyordu.
Bu sistemde mutlu olmak ne kadar zorsa, bunun farkında olarak yaşamak da bir o kadar
zordu.
İş hayatına göz attığımızda ise durum daha da vahim
oluyordu. İnanılmaz saminmiyetsiz ortamlarda tutunmaya çalışan insanlar,
gereksiz toplantılar, stresler, sabahtan akşama bir binaya tıkılmış hayatlar,
hayaller, öldürülen yetenekler, hayaller.
Peki bütün bunlar söz konusu olduğunda çözüm ne olmalıydı?
Başka bir hayat mümkün müydü? Konfor alanından nasıl çıkılabilirdi? Risk almak
neden bu kadar zordu.
Bir arkadışımın çok güzel bi lafı vardır: Yanlış hayat doğru
yaşanmaz” diye, daha doğru bir laf uzun süredir duymamıştım. Gerçekten yanlış
hayat neresinden tutarsanız elinizde kalıyor, sahibini nefessiz bırakıyor,
kendinden uzaklaştırıyor.
Ne yapmalı peki, ne etmeli bu fikirler gelecek yazılarda...
