20160530

Yanlış Hayat Doğru Yaşanmaz...

Derin 4,5 aylıkken, Tekirdağdan İstanbula dönüyorduk. Derinin yanında oturuyordum arkkada, Gökalp de arabayı kullanıyordu. 3 saat boyunca aralıksız düşündüm ve düşündükçe sarsıldım. Neler mi düşündüm işte burada:

Çevresel Faktörler

Artık arabaların, gürültünün, karmaşanın olduğu taş binaların çevrelediği ortamlardan zerre keyif almaz olmuştum. Nefes alamaz hale geldiğim çok olmuştur. İşim gereği sık sık Levent civarında oluyordum, öğle aralarında civardaki alışveriş merkezlerinde yemek yiyordum yani birçok insanın hayalini kurduğu ortamlarda bulunuyordum. Sonuçta ne o yemekten keyif alıyordum ne de insanların keyif aldığını düşünüyordum. Büyük paralar veriliyordu o yemeklere, bazen bir öğle arası en az 50 liraya mal oluyordu.

Haftaiçi Derini götürebildiğimiz tek yer evimize yürüme mesefesi olan küçük bir parktı, standart belediye parkı, bir kaydırağı iki salıncağı olan çevresinde iki kıytırık bitki koyduklarından, tabi ki park arabaların geçtiği bir sokağın ortasındaydı ve çocuklara hiçbir özgürlük yoktu.

Kızımla geçirebildiğim 3 saatin 1 saate yakını bu parkta salıncak sırası bekleyerek geçiyordu. Haftasonları ise yine binaların olduğu yerlerde geziniyor, bazen zerre keyif almadığım kahvaltılara gidiyor, kızımın hiçbir hareket özgürlüğünün olmadığı mekanlarda zaman geçiriyor, kızımı mama sandalyesine hapsediyordum. Şimdi düşünüyorum da Ipadin bu kadar yaygın kullanılmasının sebebi o masalarda daha çok oturabilmek iiçn bu miniklerin beynini uyuşturmaktan başka birşey değil.

Kızım hiç istemediğim çevresel koşullarda büyüyordu, ben tamamen kapana kısılmış hissediyordum, başka bir hayat nasıl kurulur hiç bir fikrim yoktu, korkuyordum, yanlış bir karar almaktan, hayatlarımızı mahfetmekten, kaybetmekten delicesine korkuyordum. Bu korku beni gittikçe içine çekiyordu.

KİŞİSEL KOŞULLAR

Bi anne olarak kızımı günde sadece 3 saat görebilmek, kızımın her ne kadar sevgi dolu da olsa başka bir kadın tarafından büyütlmesi beni inanılmaz rahatsız ediyordu. Kadıncağız birçok konuda fikri olmayan ilkokul mezunu bir kadındı. Burda amacım kesinlikle herhangi bir ayrım yapmak değil kendi koşulumu anlatmaya çalışmak ki Songül abla çok saygı duyduğum, inanılmaz sevgi dolu bir kadındı.

Ben kızımı daha çok görmek, onun bana ihtiyacı olduğunda kimseden izin almadan yanında olmak, sene boyunca toplam iki hafta tatil yapabilecek olduğumuzu bilmek, kızımın hiçbir zaman yazlık gibi bir mevhumu tadamayacağını bilmek, tek başımıza olmamız bütün bunlar beni annelik bakımından zorlayan, keşke daha farklı birşeyler yapabilseydimi sorgulatan durumlardı.

Kişisel olarak ise 2011 yılından bu yana kafayı kırmış biri olarak ne diyebilirim ki,... bu sistem bana inanılmaz derecede samimiyetsiz, riyakar ve balon geliyordu. Sahip olduğumuz şeyler bize zamanla sahip çıkmaya başlıyor, satın aldıkça, hayatımızı harcıyorduk. Ödeme olarak zamanımızı veriyorduk. Çocuklarımıza ihtiyacı olmayan şeyler alıyor ve karşılığında nların ihtiyacı olan zaman ve enerjimizi, neşemizi satıyorduk.

Gittikçe şikayet eden, mutsuz ve gergin bir kadına dönüştüm. Sabahları servis çok erken gittiği için toplu taşımayla işe gidiyordum, dolmuş-metrobüs-dolmuş  üçlüsü ayrılmazımdı. Bir gün dolmuşta giderken çok mutsuz olduğumu farkkettim ve çaktırmadan bir fotografımı çektim, o kadar yaşlanmış o kadar enerjisiz ve mutsuz görünüyordum ki kendimi tanıyamadım.

Bebeğim bana bu kadar mutluluk verirken demek ki başka bir yerden enerjim çok daha hızlı bir şekilde çekiliyordu ki beni bu denli mutsuz etmeye sebep oluyordu.
Sistem çok net bu şekilde ilerliyordu, hastalıklı derecede hırslı bir sistem çarkları arasında insanların hayallerini, yapmak istediklerini öğütüyor ve tek tip, düşünmeyen, sisteme mecbur olan, borçlu mutsuz bireyler üretiyordu.

Bu sistemde mutlu olmak ne kadar zorsa,  bunun farkında olarak yaşamak da bir o kadar zordu.

İş hayatına göz attığımızda ise durum daha da vahim oluyordu. İnanılmaz saminmiyetsiz ortamlarda tutunmaya çalışan insanlar, gereksiz toplantılar, stresler, sabahtan akşama bir binaya tıkılmış hayatlar, hayaller, öldürülen yetenekler, hayaller.

Peki bütün bunlar söz konusu olduğunda çözüm ne olmalıydı? Başka bir hayat mümkün müydü? Konfor alanından nasıl çıkılabilirdi? Risk almak neden bu kadar zordu.

Bir arkadışımın çok güzel bi lafı vardır: Yanlış hayat doğru yaşanmaz” diye, daha doğru bir laf uzun süredir duymamıştım. Gerçekten yanlış hayat neresinden tutarsanız elinizde kalıyor, sahibini nefessiz bırakıyor, kendinden uzaklaştırıyor.


Ne yapmalı peki, ne etmeli bu fikirler gelecek yazılarda...

20091015

Şuursuz İnsan Müsvetteleri...

Dün gece uykumun en tatlı yerinde saat 03.41'de telefonum ısrarla çalmaya başladı. Gözümü açtım, depar atarak salona koştum. Aklımdan geçenler " Sevgilime bişey mi oldu? Anneme bişey mi oldu? Cicoz'a bişey mi oldu? Kalbim küt küt. Baktım görünmeyen numara, açtım.

Ben: Efendim???!!//
Şuursuz zat: Kiminle görüşüyorum??
Ben: Siz kimi aramıştınız beyefendi?? (pesüphanallahhh)
Şuursuz: Ben Dilekle görüşecektim??
Ben: Yanlış oldu (ohh, kötü birşey değil en azından)
Şuursuz: EE peki sizinle görüşeyim o zaman:&&
Ben : MANYAK MISINIZ BEYEFENDİ?? Bİ GİDİN YAAA
Şuursuz: Tamam ya niye bağırıyorsunuz? ( Yorum yok burda hakkaten, pes)

Telefonu komple kapattım, yatağıma geçtim. Ama hemen paranoyak düşünceler aldı beni, ya bu adam turkcellde tanıdık bulup adresimi alırsa, ben de evde yalnızım, gelirse filan? Uyku tutmadı bir saat döndüm durdum. El insaf. "Özgürlük başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter".

Ne görüşecektik acaba? Akıl fakiri fukarası insanlar ciddiyim, o yüzden akıllı insanlar sevilmiyor toplumda. O kadar çoğunluk ki bu şuursuz basiretsiz düşüncesiz insanlar.

Arkadaşım benim gecenin 03 bilmem kaçında seninle konuşacak neyim olabilir ayrıca benim hayatım boyunca sana ayırmak istediğim bir salise var mıdır acaba, bi git ya, bsg...

20091014

Ayşe'ye


Ayşem bana bir mail yazmışsın, ben de cevabımı burda paylaşmak istedim izninle....


" Seni ilk gördüğüm gün aklımdan geçenleri seninle daha önce bir kaç kere paylaşmıştım. En arka sırada kulağında kulaklığınla oturuyordun, o kadar kendine has, o kadar yabancıydın ki, ilk sen dikkatimi çektin. Sende kendini herkesten koruyan, aynı zamanda insanların sana yaklaşmasını engelleyen bir duvar vardı. İlk o çarptı suratıma, yoksa ilk gelip "Merhaba" diyeceğim kişi sen olacaktın. Çünkü; o kadar kendine özgü ve o kadar asildin ki, ben paylaşmak için seni seçmek isterdim. O duvarı ilk anda kaldıramayacağımı bildiğimden, ben bu kızla ilerde samimi olacağım dedim kendi kendime. Seni tanımak istiyordum.
Tanıdım sonraları tabi ki. Sen belki farkına bile varmadın, ben bilinçli olarak yaklaştım sana, seni ürkütmeden. O kadar naiftin ki Ayşe, o semsert kabuğunun içinde inanılmaz naif birini gördüm ben ve inan seni keşfettiğim için çok mutlu ve huzurluyum. İyi ki saçma sapan onlarca arkadaşım olmamış. İyi ki paylaşmak adına seni ve Ahuyu seçmişim.


Şimdi sen kendi kendine sorular soruyorsun, ben kimim, naapıyorum, bu dünyada işim ne, amacım ne? Belki bu soruları yıllardır sorup duruyorsun kendine, başka insanların bunları sorgulamadan yaşayıp mutlu olmalarına hem şaşırıyor hem de gıpta ediyorsun. Kendini sorgulamak ne doğru, ne de yanlış Ayşe, öyle olsaydı felsefe diye bir bilim ortaya çıkmaz, bu uğurda binlerce insan kafa yormazdı. Ya da bunu sorgulamamak da kötü birşey demek değildir, kimi de bugün yediği ekmeğe, sevdiğinin koynuna girip sıcacık yatağında uyumayı önemser. Aslında hepimizin dünyaya geliş amacı var, bu belki de gençlik yıllarında hayal ettiğimiz gibi dünyayı değiştirmek değil ve bence geliş amacımızı ancak ölüm anımızda anlayabileceğiz. Amaçlar boş, her neyi yapıyorsan ondan keyif almaktır önce olan.


Sen kendinle çatışmayı bıraktığın zaman, kendini olduğun gibi kabul ettiğin zaman huzur bulacaksın, bunun toprak değiştirmekle, başka iklim solumakla ya da başka bir işle uğraşmakla ilgisi yok. Ve ben bazen hayret ediyorum, kendinle nasıl gurur duymuyorsun diye. Senin bildiklerinin yüzde onunu bilsem keşke ben de, dünyaya senin kadar nesnel eleştirel bir gözle bakabilsem, bir açılım hakkında senin kadar bilgi sahibi olsam ve aynı ustalıkla ben bunları kaleme alabilsem. Senin kadar objektif olabilsem.


Ben o kadar sığım ki senin yanında, işime geleni öğrenir, başka bilgileri ignore ederim. Farklı bakış açılarım yoktur, sabit fikirliyimdir. Bir işe başlar bitiremem, sürünür de süründürürüm, bir tek doğru vardır hayatımda kendimi ona hapseder, zindan ederim. Ve biliyor musun ben de tek başıma Rusyaya gitseydim, ben de senin gibi dönerdim. Ama ben bununla dalga geçerdim, kendini bu kadar ciddiye almamaya çalış Ayşem, sana bir dostun olarak naçizane tavsiyem sadece bu olur. Ne bizler, ne hayat ne de insanlar bu kadar ciddiye alınmaya değmezler, ufacık birer noktayız bu hayatta, hatta Tanrı bence bütğn bunları bu kadar önemsediğimizi gördükçe kahkahalarla gülüyor bize.


Tanrı sana büyük bir hediye sunmuş böyle bir akıl vererek sana. Bence onun keyfini çıkart. Herkes nereye gittiğini biliyor mu sanıyorsun, yanılıyorsun. Ben hep hedeflerden filan bahsederim ya, inan ki yarın ben ne olacağını bilmiyorum. Senin hep yazmanı istedim biliyorsun, senin her yazdığını okumak benim için keyif oldu. Düşünsene senin yapabileceğin onlarca iş var ayrıca yazarak da para kazanabilirsin bence bu büyük bir nimet.


İnsanların ne düşündüğü ise umrunda olmasın, bak bu konuda çok ciddiyim. Ben bunu kötü tecrübelerle bundan iki sene önce öğrendim ve gerçekten hiç umursamamaya başladım. Çünkü sen bu nasıl düşünür diyerek sadece kendini engellersin. Ayşe sen farklı bir düşünce boyutundasın, bunun farkına var, ve lütfen bir önceki düşünce boyutu senin naaptığın konusunda ne düşünüyor onu boşver."


Ve ben yine ama yine söylüyorum, sen böyle olmak zorunda olduğun için böylesin:))

Kendimle Yüzleşme Part 1/ Sad but true



Güzel haberlerim var. Uzun zamandır burda çıt çıkmıyordu, çünkü büyük bir koşturmaca, duygusal heyezanlar gibi uğraşlar içindeydim.

Güzel haber şu ki, 1,5 senedir üzerinde uğraştığım, didindiğim ve yeniden inşa etmeye çalıştığım kariyerimle ilgili büyük bir gelişme yaşandı. Bundan sonra uzmanlaşmak istediğim Tedarik Zinciri Yönetimi konusunda sektörün liderleri ile çalışma fırsatı yakaladım. Şu anda kafa tatilindeyim, önümüzdeki pazartesi büyük bir yoğunlukla başlayacağım. Teklifi bayramdan önce aldım, inanın gözümden yaşlar geldi. Kendimi Bravehearttaki Wiiliam gibi hissettim:) O anda yine özgür olduğumu hissettim, çünkü kendi seçimimi yaşayacaktım, yolumu kendim çizecektim. Bundan daha büyük bir saadet olabilir mi bir insanın hayatında?

SOnucunu aldığım için,burda Kariyer Notları köşeme devam edeceğim. Belki size de bir faydası dokunur, ya da tanıdıklarınıza iletirsiniz.

Duygusal hezayanlarıma gelecek olursak, o konu çok çetfefilli..Benim en büyük hatam şu ki; ben hayatta herşeyi insanların yönetebileceğine inanırım. Yani bir insanın aklı en büyük referansıdır bana göre. Tesadüflere inanmam, nasip kısmet işlerini ise başarısızlığın bahanesi olarak görürüm. Hayalperest değilimdir, gerçeklerle yüzleşirim, kendime hiç acımam, en büyük eleştiriyi ben yine kendime yaparım, o yüzden de eleştirilmeyi fazla sevmem, çünkü tüm duyacaklarımı en ağırından kendime söylemişimdir öncesinden.


Belki ilerde, son iki aydır içinde bulunduğum duygusal travmanın detaylarını paylaşırım ama şu anda paylaşmak istemiyorum; çünkü bunları analiz ederek, kendi sonucuma ulaşmaya çalışıyorum. Ancak son zamanlarda şunu çok net olarak gördüm ki, ben inanılmaz düzgün bir aileye sahibim. Şimdiye kadar defalarca eleştirdiğim babam, öyle yüce bir insanmış ki, bunu başka başka hayatlarla kıyaslayarak anladım. Babam, beni ve kardeşimi hayatta herşeye hazırlıklı olarak büyütmüş, bir gün kendisi olmasa bile, bizim her zaman ayakta kalacağımızı, hayatımızı aynı düzgünlükle devam ettireceğimizi bilmiş, bize o özgüveni aşılamış. Hiç bir konuda baskı yapmadı, kendi seçimlerimize saygı duydu, kardeş olarak birbirimize bu kadar bağlı olmamızı ve birbirimizi kollamamızı sağladı. Ben hep bildim ki, benim babam arkamda, kapı gibi. Bu kadar özgürlüğe saygılı, girişken ve savaşçı bir baba ve bir o kadar da güçlü aynı zamanda naif bir annenin çocukları bu şekilde ortaya çıkmış. Ya diyeceksiniz ki bu ne övünme, bu ne böbürlenme, ne kadar kibirlisin sen. Gerçekten alakası yok, ben 28 yaşıma kadar bunu hiç düşünmemişim biliyor musunuz? Ben hep mütevazi davranmışım, dikkate almamışım, zannetmişim ki her anne baba zaten böyle yetiştiriiyor evladını. Alakası yokmuş..


Ve ben tüm bu yaşadıklarımda kendimi suçlayamıyorum, çünkü ben kendime dürüstüm, kendimi kandırmıyorum, en özgür insan benim, çünkü ağzımdan çıkanlarla düşündüğüm, hissettiğim şeyler aynı. En ağır öz eleştirilerden aklandım, ben temizim. Ve benim bu travmaları yaşamam sebebiyet veren, kendine inanmamak, kararsızlık, yok sayılmak, ertelenmek maalesef benim hiç suçum değil, benim tercih ederek şu anda kaldığım durum ve ahvaldir.


Diyorum ya, düşünüyorum, düşünüyorum, kendimi neden bu kadar küçümsemişim, hayallerimi neden bu kadar azımsamışım, neden gözden çıkarılmayı kabullenmişim, bu kadar basitmiymiş benim duyduğum sevgi, bu kadar kolaymıymış benim sadakatimi kazanmak. Bilinmemiş kıymetim, bak ilk kez bunu kendimle bile paylaşıyorum, sad but true...

20090915

İki ucu....


Ortak paydada buluşamayınca, çarpanlara mı ayırmak gerekiyor? Açılım yoksa kaçılım mı lazım? Bilmiyorum...
Wake me up when september ends:(

20090905

Gökten 3 elma düşmüş

Az gitmiş,uz gitmiş,dere tepe düz gitmiş. Sonra bir varmış, bir yok olmuş...

20090902

..


Kasvetli birşey yazmak istemiyorum, zira içimde hala o naif umut var. Salak mıyım neyim bilmiyorum ama ben iflas olmaz bir hayalperestim.

Hani birşeyi ne kadar istediğini ya da ne kadar sevdiğini onu kaybetme aşamasına gelirsen anlarmışsın ya, yok ya derdim eskiden buna. İnsanoğlu o kadar düşünemez mi ki, o kadar bilemez mi ki ne istediğini de, kaybetme korkusu vuku bulunca anlasın değerini. Yok hiç de öyle değilmiş kazı ayağı, varmış doğruluk payı.

6 sene önce İstanbul'a ayak bastığımda, içimde müthiş bir cesaret vardı benim. Cahil cesaretimi dersiniz, yoksa kaybedecek bişeyi olmayan insanların o korkulası hırsı mı bilmem, ama ben kendime gerçekten çok inanıyordum. Başka da bir seçeneğim yoktu zaten iş ile ilgili, işimi burda bulmuştum. Korkunun, evhamın, ya başaramazsamların yeri ve zamanı değildi. Amacım burda tutunmaktı, burda hayatımı kurmaktı.

Çok badireler atlattım, ilk oturduğum ev rezalet bişeydi, sonra diğer evime geçerken insan üstü bir çaba göstererek usta bilmemne hepsini ben hallettim, bir ara depresyona girdim, işimden ayrıldım, memlekete döndüm. Ama yok yapamadım, nefes alamadım ben oralarda, çünkü burda umudum vardı benim, orda ise kabullenilmişlik. Bakardım memleketteki insanlara, sosyete tabir edilen insanlara, bir ara Rotary kulübüyle de çalıştığım için hep gözlemlerdim, ve işin aslı ben üzülürdüm o insanlar için. Kendilerine bir avuntu dünyası yaratmışlardı, içlerinde hep büyük şehirde yaşama hayaliyle "burda hayat çok kolay, orda yaşamak zor" derler, ama hepsi de tatilde İstanbula gelebilmek için hayaller kurarlardı. Belli bir yaştan, evlilik, çocuktan sonra da İstanbul sadece şarkılarda kalırdı. Ben hep bunları gözlemledim.

Aslına bakarsanız, İstanbulu İstanbul olduğu için değil, özgürlüğümü bana verdiği için, hayallerimi gerçekleştirme fırsatı tanıdığı için, içimdeki beni bulmama yardım ettiği için, bu kadar pervasız, bu kadar cesur bu kadar şıllık ama bu kadar da net olduğu için seviyorum. İstanbulda zayıf barınamaz, aslında İstanbul sokak köpeği gibidir, korktuğunu belli edersen sana saldırır.

Memleket denemesinden sonra kaçarak İstanbula geri döndüm, nefes aldığımı hissettim. Ben artık buraya aittim en azından istediklerimi alana kadar. Benim için herşey yavaş ilerledi, arkadaşlarım, evim, işim, kardeşim hepsi yavaş yavaş buldu beni. Hayallerimden birisi olan yüksek lisansı da hem de istediğim üniversitede başladım, hatta 3 ay sonra bitiriyorum.

İstanbul bana aşkı da verdi, bu aşkı verdiğim için hiç pişman olmayacağım kişiye. Bana sabrı, anlayışı ve pes etmemeyi öğretti İstanbul. Ben ve sen İstanbul'da güzeliz.Biz burda iyiyiz, herşeyi bırak umutluyuz. Yine de gideceğim dersen, İstanbul'un sana küsmemesi için elimden gelen herşeyi yapıcam, ama ya sen kendine küsersen?