20091015

Şuursuz İnsan Müsvetteleri...

Dün gece uykumun en tatlı yerinde saat 03.41'de telefonum ısrarla çalmaya başladı. Gözümü açtım, depar atarak salona koştum. Aklımdan geçenler " Sevgilime bişey mi oldu? Anneme bişey mi oldu? Cicoz'a bişey mi oldu? Kalbim küt küt. Baktım görünmeyen numara, açtım.

Ben: Efendim???!!//
Şuursuz zat: Kiminle görüşüyorum??
Ben: Siz kimi aramıştınız beyefendi?? (pesüphanallahhh)
Şuursuz: Ben Dilekle görüşecektim??
Ben: Yanlış oldu (ohh, kötü birşey değil en azından)
Şuursuz: EE peki sizinle görüşeyim o zaman:&&
Ben : MANYAK MISINIZ BEYEFENDİ?? Bİ GİDİN YAAA
Şuursuz: Tamam ya niye bağırıyorsunuz? ( Yorum yok burda hakkaten, pes)

Telefonu komple kapattım, yatağıma geçtim. Ama hemen paranoyak düşünceler aldı beni, ya bu adam turkcellde tanıdık bulup adresimi alırsa, ben de evde yalnızım, gelirse filan? Uyku tutmadı bir saat döndüm durdum. El insaf. "Özgürlük başkalarının özgürlüğünün başladığı yerde biter".

Ne görüşecektik acaba? Akıl fakiri fukarası insanlar ciddiyim, o yüzden akıllı insanlar sevilmiyor toplumda. O kadar çoğunluk ki bu şuursuz basiretsiz düşüncesiz insanlar.

Arkadaşım benim gecenin 03 bilmem kaçında seninle konuşacak neyim olabilir ayrıca benim hayatım boyunca sana ayırmak istediğim bir salise var mıdır acaba, bi git ya, bsg...

20091014

Ayşe'ye


Ayşem bana bir mail yazmışsın, ben de cevabımı burda paylaşmak istedim izninle....


" Seni ilk gördüğüm gün aklımdan geçenleri seninle daha önce bir kaç kere paylaşmıştım. En arka sırada kulağında kulaklığınla oturuyordun, o kadar kendine has, o kadar yabancıydın ki, ilk sen dikkatimi çektin. Sende kendini herkesten koruyan, aynı zamanda insanların sana yaklaşmasını engelleyen bir duvar vardı. İlk o çarptı suratıma, yoksa ilk gelip "Merhaba" diyeceğim kişi sen olacaktın. Çünkü; o kadar kendine özgü ve o kadar asildin ki, ben paylaşmak için seni seçmek isterdim. O duvarı ilk anda kaldıramayacağımı bildiğimden, ben bu kızla ilerde samimi olacağım dedim kendi kendime. Seni tanımak istiyordum.
Tanıdım sonraları tabi ki. Sen belki farkına bile varmadın, ben bilinçli olarak yaklaştım sana, seni ürkütmeden. O kadar naiftin ki Ayşe, o semsert kabuğunun içinde inanılmaz naif birini gördüm ben ve inan seni keşfettiğim için çok mutlu ve huzurluyum. İyi ki saçma sapan onlarca arkadaşım olmamış. İyi ki paylaşmak adına seni ve Ahuyu seçmişim.


Şimdi sen kendi kendine sorular soruyorsun, ben kimim, naapıyorum, bu dünyada işim ne, amacım ne? Belki bu soruları yıllardır sorup duruyorsun kendine, başka insanların bunları sorgulamadan yaşayıp mutlu olmalarına hem şaşırıyor hem de gıpta ediyorsun. Kendini sorgulamak ne doğru, ne de yanlış Ayşe, öyle olsaydı felsefe diye bir bilim ortaya çıkmaz, bu uğurda binlerce insan kafa yormazdı. Ya da bunu sorgulamamak da kötü birşey demek değildir, kimi de bugün yediği ekmeğe, sevdiğinin koynuna girip sıcacık yatağında uyumayı önemser. Aslında hepimizin dünyaya geliş amacı var, bu belki de gençlik yıllarında hayal ettiğimiz gibi dünyayı değiştirmek değil ve bence geliş amacımızı ancak ölüm anımızda anlayabileceğiz. Amaçlar boş, her neyi yapıyorsan ondan keyif almaktır önce olan.


Sen kendinle çatışmayı bıraktığın zaman, kendini olduğun gibi kabul ettiğin zaman huzur bulacaksın, bunun toprak değiştirmekle, başka iklim solumakla ya da başka bir işle uğraşmakla ilgisi yok. Ve ben bazen hayret ediyorum, kendinle nasıl gurur duymuyorsun diye. Senin bildiklerinin yüzde onunu bilsem keşke ben de, dünyaya senin kadar nesnel eleştirel bir gözle bakabilsem, bir açılım hakkında senin kadar bilgi sahibi olsam ve aynı ustalıkla ben bunları kaleme alabilsem. Senin kadar objektif olabilsem.


Ben o kadar sığım ki senin yanında, işime geleni öğrenir, başka bilgileri ignore ederim. Farklı bakış açılarım yoktur, sabit fikirliyimdir. Bir işe başlar bitiremem, sürünür de süründürürüm, bir tek doğru vardır hayatımda kendimi ona hapseder, zindan ederim. Ve biliyor musun ben de tek başıma Rusyaya gitseydim, ben de senin gibi dönerdim. Ama ben bununla dalga geçerdim, kendini bu kadar ciddiye almamaya çalış Ayşem, sana bir dostun olarak naçizane tavsiyem sadece bu olur. Ne bizler, ne hayat ne de insanlar bu kadar ciddiye alınmaya değmezler, ufacık birer noktayız bu hayatta, hatta Tanrı bence bütğn bunları bu kadar önemsediğimizi gördükçe kahkahalarla gülüyor bize.


Tanrı sana büyük bir hediye sunmuş böyle bir akıl vererek sana. Bence onun keyfini çıkart. Herkes nereye gittiğini biliyor mu sanıyorsun, yanılıyorsun. Ben hep hedeflerden filan bahsederim ya, inan ki yarın ben ne olacağını bilmiyorum. Senin hep yazmanı istedim biliyorsun, senin her yazdığını okumak benim için keyif oldu. Düşünsene senin yapabileceğin onlarca iş var ayrıca yazarak da para kazanabilirsin bence bu büyük bir nimet.


İnsanların ne düşündüğü ise umrunda olmasın, bak bu konuda çok ciddiyim. Ben bunu kötü tecrübelerle bundan iki sene önce öğrendim ve gerçekten hiç umursamamaya başladım. Çünkü sen bu nasıl düşünür diyerek sadece kendini engellersin. Ayşe sen farklı bir düşünce boyutundasın, bunun farkına var, ve lütfen bir önceki düşünce boyutu senin naaptığın konusunda ne düşünüyor onu boşver."


Ve ben yine ama yine söylüyorum, sen böyle olmak zorunda olduğun için böylesin:))

Kendimle Yüzleşme Part 1/ Sad but true



Güzel haberlerim var. Uzun zamandır burda çıt çıkmıyordu, çünkü büyük bir koşturmaca, duygusal heyezanlar gibi uğraşlar içindeydim.

Güzel haber şu ki, 1,5 senedir üzerinde uğraştığım, didindiğim ve yeniden inşa etmeye çalıştığım kariyerimle ilgili büyük bir gelişme yaşandı. Bundan sonra uzmanlaşmak istediğim Tedarik Zinciri Yönetimi konusunda sektörün liderleri ile çalışma fırsatı yakaladım. Şu anda kafa tatilindeyim, önümüzdeki pazartesi büyük bir yoğunlukla başlayacağım. Teklifi bayramdan önce aldım, inanın gözümden yaşlar geldi. Kendimi Bravehearttaki Wiiliam gibi hissettim:) O anda yine özgür olduğumu hissettim, çünkü kendi seçimimi yaşayacaktım, yolumu kendim çizecektim. Bundan daha büyük bir saadet olabilir mi bir insanın hayatında?

SOnucunu aldığım için,burda Kariyer Notları köşeme devam edeceğim. Belki size de bir faydası dokunur, ya da tanıdıklarınıza iletirsiniz.

Duygusal hezayanlarıma gelecek olursak, o konu çok çetfefilli..Benim en büyük hatam şu ki; ben hayatta herşeyi insanların yönetebileceğine inanırım. Yani bir insanın aklı en büyük referansıdır bana göre. Tesadüflere inanmam, nasip kısmet işlerini ise başarısızlığın bahanesi olarak görürüm. Hayalperest değilimdir, gerçeklerle yüzleşirim, kendime hiç acımam, en büyük eleştiriyi ben yine kendime yaparım, o yüzden de eleştirilmeyi fazla sevmem, çünkü tüm duyacaklarımı en ağırından kendime söylemişimdir öncesinden.


Belki ilerde, son iki aydır içinde bulunduğum duygusal travmanın detaylarını paylaşırım ama şu anda paylaşmak istemiyorum; çünkü bunları analiz ederek, kendi sonucuma ulaşmaya çalışıyorum. Ancak son zamanlarda şunu çok net olarak gördüm ki, ben inanılmaz düzgün bir aileye sahibim. Şimdiye kadar defalarca eleştirdiğim babam, öyle yüce bir insanmış ki, bunu başka başka hayatlarla kıyaslayarak anladım. Babam, beni ve kardeşimi hayatta herşeye hazırlıklı olarak büyütmüş, bir gün kendisi olmasa bile, bizim her zaman ayakta kalacağımızı, hayatımızı aynı düzgünlükle devam ettireceğimizi bilmiş, bize o özgüveni aşılamış. Hiç bir konuda baskı yapmadı, kendi seçimlerimize saygı duydu, kardeş olarak birbirimize bu kadar bağlı olmamızı ve birbirimizi kollamamızı sağladı. Ben hep bildim ki, benim babam arkamda, kapı gibi. Bu kadar özgürlüğe saygılı, girişken ve savaşçı bir baba ve bir o kadar da güçlü aynı zamanda naif bir annenin çocukları bu şekilde ortaya çıkmış. Ya diyeceksiniz ki bu ne övünme, bu ne böbürlenme, ne kadar kibirlisin sen. Gerçekten alakası yok, ben 28 yaşıma kadar bunu hiç düşünmemişim biliyor musunuz? Ben hep mütevazi davranmışım, dikkate almamışım, zannetmişim ki her anne baba zaten böyle yetiştiriiyor evladını. Alakası yokmuş..


Ve ben tüm bu yaşadıklarımda kendimi suçlayamıyorum, çünkü ben kendime dürüstüm, kendimi kandırmıyorum, en özgür insan benim, çünkü ağzımdan çıkanlarla düşündüğüm, hissettiğim şeyler aynı. En ağır öz eleştirilerden aklandım, ben temizim. Ve benim bu travmaları yaşamam sebebiyet veren, kendine inanmamak, kararsızlık, yok sayılmak, ertelenmek maalesef benim hiç suçum değil, benim tercih ederek şu anda kaldığım durum ve ahvaldir.


Diyorum ya, düşünüyorum, düşünüyorum, kendimi neden bu kadar küçümsemişim, hayallerimi neden bu kadar azımsamışım, neden gözden çıkarılmayı kabullenmişim, bu kadar basitmiymiş benim duyduğum sevgi, bu kadar kolaymıymış benim sadakatimi kazanmak. Bilinmemiş kıymetim, bak ilk kez bunu kendimle bile paylaşıyorum, sad but true...

20090915

İki ucu....


Ortak paydada buluşamayınca, çarpanlara mı ayırmak gerekiyor? Açılım yoksa kaçılım mı lazım? Bilmiyorum...
Wake me up when september ends:(

20090905

Gökten 3 elma düşmüş

Az gitmiş,uz gitmiş,dere tepe düz gitmiş. Sonra bir varmış, bir yok olmuş...

20090902

..


Kasvetli birşey yazmak istemiyorum, zira içimde hala o naif umut var. Salak mıyım neyim bilmiyorum ama ben iflas olmaz bir hayalperestim.

Hani birşeyi ne kadar istediğini ya da ne kadar sevdiğini onu kaybetme aşamasına gelirsen anlarmışsın ya, yok ya derdim eskiden buna. İnsanoğlu o kadar düşünemez mi ki, o kadar bilemez mi ki ne istediğini de, kaybetme korkusu vuku bulunca anlasın değerini. Yok hiç de öyle değilmiş kazı ayağı, varmış doğruluk payı.

6 sene önce İstanbul'a ayak bastığımda, içimde müthiş bir cesaret vardı benim. Cahil cesaretimi dersiniz, yoksa kaybedecek bişeyi olmayan insanların o korkulası hırsı mı bilmem, ama ben kendime gerçekten çok inanıyordum. Başka da bir seçeneğim yoktu zaten iş ile ilgili, işimi burda bulmuştum. Korkunun, evhamın, ya başaramazsamların yeri ve zamanı değildi. Amacım burda tutunmaktı, burda hayatımı kurmaktı.

Çok badireler atlattım, ilk oturduğum ev rezalet bişeydi, sonra diğer evime geçerken insan üstü bir çaba göstererek usta bilmemne hepsini ben hallettim, bir ara depresyona girdim, işimden ayrıldım, memlekete döndüm. Ama yok yapamadım, nefes alamadım ben oralarda, çünkü burda umudum vardı benim, orda ise kabullenilmişlik. Bakardım memleketteki insanlara, sosyete tabir edilen insanlara, bir ara Rotary kulübüyle de çalıştığım için hep gözlemlerdim, ve işin aslı ben üzülürdüm o insanlar için. Kendilerine bir avuntu dünyası yaratmışlardı, içlerinde hep büyük şehirde yaşama hayaliyle "burda hayat çok kolay, orda yaşamak zor" derler, ama hepsi de tatilde İstanbula gelebilmek için hayaller kurarlardı. Belli bir yaştan, evlilik, çocuktan sonra da İstanbul sadece şarkılarda kalırdı. Ben hep bunları gözlemledim.

Aslına bakarsanız, İstanbulu İstanbul olduğu için değil, özgürlüğümü bana verdiği için, hayallerimi gerçekleştirme fırsatı tanıdığı için, içimdeki beni bulmama yardım ettiği için, bu kadar pervasız, bu kadar cesur bu kadar şıllık ama bu kadar da net olduğu için seviyorum. İstanbulda zayıf barınamaz, aslında İstanbul sokak köpeği gibidir, korktuğunu belli edersen sana saldırır.

Memleket denemesinden sonra kaçarak İstanbula geri döndüm, nefes aldığımı hissettim. Ben artık buraya aittim en azından istediklerimi alana kadar. Benim için herşey yavaş ilerledi, arkadaşlarım, evim, işim, kardeşim hepsi yavaş yavaş buldu beni. Hayallerimden birisi olan yüksek lisansı da hem de istediğim üniversitede başladım, hatta 3 ay sonra bitiriyorum.

İstanbul bana aşkı da verdi, bu aşkı verdiğim için hiç pişman olmayacağım kişiye. Bana sabrı, anlayışı ve pes etmemeyi öğretti İstanbul. Ben ve sen İstanbul'da güzeliz.Biz burda iyiyiz, herşeyi bırak umutluyuz. Yine de gideceğim dersen, İstanbul'un sana küsmemesi için elimden gelen herşeyi yapıcam, ama ya sen kendine küsersen?

20090619

Ufacık Yemek Tarifleri

Efenim akşam akşam canım çekti, size mini minnacık bir tarif vereyim dedim. Biliyorum konudan konuya atlıyorum ama benim mizacım böyle zaten. Birden domestik bir Makbule Abla olabiliyorken, sonra içimdeki kaşif uyanıp turist gibi gezmek istiyor, bir anda aklıma yeni bir iş fikri gelebiliyorken, bir anda hadi eğlenelim gezelim diyebiliyorum. Dolayısıyla blogumda herşey olacak, hatta sevgilimin tavsiyesiyle gezilecek, görülecek yerler, ve gidilmemesi tavsiye edilen yerler diye bir yazı dizisi başlatacağım.

Şimdi vereceğim tarif sallamasyon uydurmasyon olup, hiper lezzetli hem de sağlıklı bir tariftir. Ancak kendisi adı üstünde börek olduğu için diyet yapanların bu postu okumamasını rica ederim:)

Amaç : Kabaklı,peynirli börek yapmak
Gereçler: 2 büyük boy kabak
200 gr kadar erzincan tulum peyniri
400 gr kadar tuzsuz lor peyniri
80 gr tereyağ
2 yemek kaşığı zeytinyağı
2 yumurta
1/2 lt süt
2-3 yufka ( ben 2 adetkullanıyorum, ama siz 3 kullanabilirsiniz.)
Kimyon,karabiber,çörek otu

Bu tarifi hiçbir zaman ölçüyle yapmadığım için zorlandım, size de göz kararı yeteneğinizi konuşturmanızı tavsiye ediyorum

İş planı: -Kabakları soymadan büyükçe rendeleyelim
- Geniş bir tavada azıcık zeytinyağıyla (1-2 damla) hafifçe pişirelim
- Derin bir kaba tulum peynirini rendeleyelim, loru da ekleyelim.
- Kabaklar soğuyana dek başka bir tencerede tereyağını eritelim, zeytinyağını ekleyelim, eriyince altını kısalım, sütü ekleyelim, bir yumurtayı kırıp, çırpıcakla karıştıralım. 5 dakka sonra altını kapatalım.
-Soğumuş kabakları paynirli kaba alalım karıştıralım, kimyonu, karabiberi ekleyelim.
- Fırın tepsimize bir çorba kaşığı kadar zeytinyağı döktükten sonra yufkadan bir parça kopartarak bu yağı tepsiye yayalım.
- Bir adet yufkayı tepsiye serelim, yufkanın kenarları dışarda kalsın. Daha sonra kalan yufkaları parçalayarak koyacağız. Ortada kalan kısma 2-3 parça koyalım. Sütlü karışımdan göz kararı 2-3 kepçe yedirelim. 1-2 parça daha koyalım.
- Şimdi harcı koyacağız. Harcı düzelttikten sonra aynı methodla yufkaları koyalım.2-3 parça da bir sütlü karışımı ekleyelim.
-Dışarda kalan parçaları zarf kapatır gibi kapatalım. 1-2 parça yufka koyalım. Bir daha sütlü karışım ama çok ıslak olmasın. Bir yumurta sarısını böreğin üstüne sürelim. Üstüne de çörek otu serpelim.
- Böreğimizi dilimleyelim. Biraz buzdolabında dinlenirse mutheşem olur. Fırını 5 dakka önceden 180 derecede ısıtalım. Böreğimizi koyup, 30-35 dakka pişirelim. Nar gibi kızarınca alalım fırından.

Hımmm nefis, benimkisi şimdi buzdolabında, yarın pişmeyi bekliyor.

Sonuç: Afiyet olsun...

20090618

outletim.com

Outletim.com, bu sözüm sana, söyler misin biz keriz miyiz?? Yani öyle görünüyorsa dışardan kendimize bir çeki düzen verelim.



Şu görmüş olduğunuz gayet basic tshirt, fishbone marka resmi de outletimin sitesinden aldım, sitede 21,90 tl, bizim aşağı caddede hemen yerini de tarif edeyim, Beşiktaş Ihlamur Caddesi, Seray kanepenin yanında hemen görürsünüz ismini unuttum,ordaki mağazada her rengi var aynı marka 10 tl.










Şu elbise de 15 tl filandı arkadaşlar, sitemizde ise bakıyoruz ne kadar..25 tl neyse çok geçirmemişler diyoruz:)




Outletim.com'a teessüfelerimi bildiririm...

Kariyer Notları /1

Toplumsal bir konuya parmak basıyorum ve iş arayan genç ve pırıl pırıl dimağlara yol gösteriyorum. Şimdi yol gösteriyorum derken zannetmeyin ki ben yaşam koçuyum bu işlerde ustayım, gözlerinin hastasıyım. Benimkisi naçizane öneriler, biraz meraklı bir insan olduğum için araştırmalarımın sonuçlarıdır. Ha bunun neticesinde sen naapıyosun blogger nerde neyi yönetiyorsun dersen, pısar kalırım. Bazı insanların 30undan sonra patlama yapabileceğini düşünmemiş miydin canım güzel okuyucu? Şİmdi bakıyorum yöneticilere, ya kompleksleri var, ya uçkurlarında beyinleri, ya stil sahibi değiller, ya da feci kişilik bozuklukları var. Ben bu kısımları törpüledim hazırladım kendimi, bu arada da çalıştım, görüşmeler yaptım deli danalar gibi. 6 senedir çalıyorum, bütün işlerimi kendim hallettim o yüzden bi dinle, bir öğüt al, off çekemem dersen ne biliyim travian filan oyna..

Yeni mezunların zaten neden iş aradığı aşikar, ancak iş değiştirmek niyetinde olanla için durumun aciliyetini ölçmeleri için linkte vermiş olduğum testi çözmelerini öneriyorum. http://www.filizdemirbag.com/apps/blog/entries/show/722686-de-287-i-351-ime-haz-305-r-m-305-s-305-n-305-z-

Testi çözdünüz ve evetlerin çoğunluğu karşısında şaşırıp kaldıysanız, sizin için tehlike çanları çalıyor demektir. Panik olmayınız, herşeyin bir çaresi vardır ancak bunu oturup kısmet, hayırlısı diyerek çözemeyeceğinizi bilmeniz gerekir.

İŞ değiştirmeye karar verdiniz ve bunun olası sebepleri:

a) Çok stresli bir ortamda çalışyıorum, sağlığım elden gidiyor
b) Hayalimdeki işi yapamıyorum, kariyerimi sıfırlamam için yaşımın ilerlemiş olduğunu düşünüyorum
c) Hakettiğim ücreti alamadığımı düşünüyorum, sosyal şartlarım iyi değil
d) Herşeyin farkındayım ancak nerden başlayacağımı bilemiyorum.

Çözüm önerileri:

a) Şöyle bir kural var iş hayatında, neye yardım etmek için elini atarsan o iş senin olur. Bundan uzak dur, arkadaşının bilgisyarındaki sorunu sen çözme, arkadaşına takım çalışması dışında yardımda bulunma, ek sorumluluk verdiklerinde bunun olası sonuçlarını belirt ve şartlarının iyileştirilmesini iste. Ancak bütün bunların bir çözüm olacağını düşünmüyorsan ha gayret iş aramaya başla derim

b) Hiçbişey için geç değildir. Hatta başlamak bitirmenin yarısıdır. Yeni kariyerinde eski deneyimlerinden faydalanıp, yeni başlayanlardan çok daha kısa sürede yükselebilirsin.

c) Hakan Turgut'un Parasal Zeka isimli kitabını okumanı öneriyorum. http://parasalzeka.com/ 1000 lira kazanmakla 10.000 lira kazanmak arasında bir fark yok aslında tabi ki parasını yönetemeyenler için. Sen yine işini değiştir ancak paranı nasıl yöneteceğini öğrenmiş ol.

d) İşte hem en zor hem de en kolay grup. Herşeyin farkında olması, kendi kapasitesinin ve potansiyelinin farkında birisini ama aynı zamanda nerden başlayacağını bilememesi, gizli bir kendine güvensizlik ve yol gösterilmemiş olduğunu belirtiyor.


......
Artık eminsiniz ve iş değiştirmek istiyorsunuz. Öncelikle işteyken iş değiştirmek zorlu bir süreçtir. Eğer işyeriniz müsaitse bunu yöneticinizle konuşup, içiniz rahat iş arayabilirsiniz. Müsait değilse ki genelde böyle oluyor, gizli saklı yapmanız gerekir. Ancak ve ancak şunu unutmayın sizin iş arıyor olmanız çalıştığınız şirkete hainlik ya da sinsilik değildir. Her zaman kişisel kariyer yolunuzu kendiniz çizmeniz ve doğru adımlar atmanız gerekir. Eğer çalıştığını yer bunları sağlamıyorsa prensipte artık anlaşamadığınızı gösterir. Bu devride artık kimse kolay kolay, ben işten ayrılayım, öyle iş arayayım diyecek lükse sahip değil, ve çoğunuzun öyle olmadığını düşünüyorum.

Öncelikle bu kararınızı kendinize saklayın, ve birkaç gün kendi kendinize kalıp, şimdiye kadar çalıştığınız süre boyunca hangi konularda yetenekli olduğunuzu, aslında ne yapmak istediğinizi, şimdiye kadar ne yaptığınızı sorgulayın. Hatta kendinize bir not defteri alın, söz uçar ama yazı kalır. Kendinize bir yol çizin. Ulaşılabilir bir hedefiniz olsun. Ben CEO olucam diye bir hedef olmaz, bu hayal olur. CEO da olabilrisiniz tabi ki, ama önce ona giden yolu çizmeniz gerekir.

Amacınızı belirlediniz, iş değiştirmek için sabır gerekir. Hedefiniz, tamamen farklı bi alanda çalışmak ya da daha iyi bir pozisyonla daha uygun bulduğunuz bir şirkete geçmek olabilir.

Kafanızı temizleyin. Ciddiyim, şimdiye kadar düşündüğünüz, beşyüzmilyon tane düşünceden temizleyin beyninizi. Artık bi hedefiniz var. Mesela hedeflediğiniz iş için geekli özellikleri biliyorsunuz. Kendinizi tanıyorsunuz. Neden hala standart bir CVniz var mesela? Günümüzde farklı olan kazanıyor, bunu ezbere biliyorsunuz. Ee niye o saçma sapan, sıkıcı, bir örnek CVle geziyorsunuz hala. Oturun bir haftasonu yaratıcı, tamamen sizi anlatan, yeteneklerinizi, hayallerinizi yansıtan orijinal bir CV hazırlayın. Fatmanur Erdoğan'ın Kariyer Yolculuğu adlı sitesinde CV yazmak için gerekli tipler mevcut.

Sıfırdan kendiniz yazın CVyi, nerelisiniz, kaç yaşındasınız, nerde oturursunuz, evlimisiniz bunu umursamaz şirketler, her gün binlerce CV ulaşıyor büyük şirketlere. Yukarıda linkini verdiğim site öyle boş bir site değil, yıllarca iş dünyasında uluslararası alanda deneyimi olan bir iş kadının hem kendi hem de iş dünyasından tanıdıklarının deneyimlerinden süzgeçlenen bilgiler. Düşünün ki bir şirketiniz var ve eleman arıyorsunuz. İlk önce neye bakarsınız, işinize yarar mı yaramaz mı değil mi, onun bilmemne müdürü olması hedefi hoşunuza gidebilir ancak işe alırken sizi etkilemez. Böyle düşünün gayet basit.

Gerekirse günlerce uğraşın CVnizle. Eğer hazır olduğunu hissediyorsanız, bir de fikirlerine güvendiğiniz insanlara gösterin, onay alın. Eğer bu adım tamamsa ikinci adıma geçebilirsiniz. İş arama yolları diyeceğimiz kısımla bir sonraki postta haşır neşir olacağız. Ee yorulduk di mi sevgili okuyucu??

Evim, evim, güzel evim...

Efenim size müstakbel evimi takdim edeyim. Tabi çok kıskanmayasınız die sadece bir odasını paylaşıyorum, nazar etme çalış senin de olur diyorum. Şİmdi ben bu evi nasıl alacağıma dair yaptığım planı Paranoyaya anlattım. Kendisi gözlerini fal taşı gibi açıp dinledi beni ama bence olabilitesi çok yüksek bir plandı.

Zaten şu anda yaşadığım evde de buna benzer bir L koltuğumuz var ve ben o uzanma koltuğu kısmındaki yastıklı yere yerleşip bundan sonraki hayatımı o şekilde geçirmek istiyorum. Duvarları biraz daha süsleyebiliriz mesela Andy Warhol'un şu çalışmasını büyük bir zevklen duvara asarım.



Hatta bana ne Marilyn'den derim, kendi fotografıma aynı çalışmayı yaptırırım sevgili okuyucu:)

Bence o iki koltuğun arasına minik bir sehpa gelebilir, hani kahve içerim bir dostla pencere önünde belki, nasıl aydınlık bir ev, güneş içerde mis mis..


İşte bloglarımı yazacağım, sunumlarımı hazırlacağım masa burası olacak. Bu masa kıpkırmızı bir mutfağa bakıyor ama tabi sen göremiyorsun. İşte ben o mutfakta sevdiğim insanlarla sohbet ede ede yemekler pişiricem. Bu hep böyle olacak çünkü ben pişirmeyi, paylaşmayı, küçük şeyleri seviyorum. Gecenin 11inde kalkıp yemek pişirip yemeden yatan bir manyak daha var mıdır benden başka:)) Benim hiççç öyle zengin olayım, paraya para demeyeyim diye bir derdim yok. Yaşadığım her anın zevkini çıkarmak, keşfetmenin tadını yaşamak, minik detayların çok şey değiştirdiğini her gün görmek, ve iş hayatında kendini tatmin olmuş hissetmek yeterli. Bazen kafayı yiyorum evet, o konuya başka bir postta değineceğim, iş hayatımın bir türlü istediğim raya girememesinden kaynaklanan huzursuzluklar yaşıyorum. Ama biliyorum ki bu günler de geçecek, ve bana kalanlar bu günlerde benim tebessüm etmemi sağlayan sihirli anlar olacak en nihayetinde..

20090617

Peki ya ben??

Kafam çok karışık, toparlayıp yazmaya çalışıcam, bu arada benim yazılarımda imla hataları, kelime hataları görebilirsin, bunlara takılma, ben hakkaten bişey öğretmeye çalışmıyorum. Senelerdir gördüğüm, düşündüğüm, gözlemlediğim şeyleri yazıyorum buraya, hayatının anlamını bulamazsın burda. Ya da benim ne kadar mükemmel bir hayatım olduğunu, hayatımın sadece alışverişten ibaret olduğunu da göremezsin. Çünkü öyle değil.

Geçenlerde bir rüya gördüm. Rüyam şöyleydi: kalabalık bir arkadaş grubuyla Küba'ya gitmişiz. Rüyamda hepsi yakın arkadaşım ama tanımıyorum yani gerçek hayatımda. Neyse bende ne zamandır istediğim kallavi bir fotograf makinası var. Bunlar tepeye çıkıyor, dağ gibi bir yer, ben de bunların fotografını çekicem. Beni de niye dışladılarsa:) Neyse süper fotograf çekiyorum ya ondandır. Ben işte pozu ayarlıyorum, geriye gidiyorum filan güzel çıksın fotograf diye. Anaa bir bakıyorum ki gözyüzü kıpkırmızı, o anı fotograflıyorum. Birden o çıktıkları dağ patlıyor, meğersem orası bir yanardağmış. Hepsi ölüyor yanımdan korlar içinde bacaklar kollar filan geçiyor. Ben de bakakalıyorum, kurtuldum diye sevinsem mi, üzülsem mi bilemiyorum. Tvlere filan çıkıyorum, Kübada faaliyete geçen yanardağdan kurtulan tek insan diye.

Bunu anektot olsun diye anlattım, belki biraz ruh halim hakkında fikir sahibi olursun sevgili okuyucu..Bir insan neden kendisini "peki ya ben ne olucam" diyecek kıvama getirtir? Asıl sorumuz, mühim konumuz bu.

Bencillik nedir, sınırları nereye kadardır, benim isteklerimin, hayallerimin bittiği nokta neresidir? Önce bunu tanımlamak gerekiyor sanırım ki, peki ya ben sorusunu hiç bir zaman sormak durumunda kalmayalım.



Ayn Rand okuyanlar bilirler, bilmeyenler için bunun için ayrı bir post giricem, bunu sizlerle paylaşmak beni mutlu eder çünkü. Ayn Rand'la tanışmam Ay ve Paranoya sayesinde olmuştur. Bunlar nedir anacım derseniz, kod adları diyebilirim. Hayatın Kaynağı kitabından başlayan Ayn Rand tutkum Atlas Silkindi kitabı ile devam etti.

Ayn Rand günümüzde Bireyselciliğin en büyük savunucularından biri olarak literatüre geçmiştir. Bir insanın mesleki, duygusal ve maddi özgürlüğü ve tatmini üzerine odaklanmıştır. Başka bir postta uzun uzadıya değineceğim için özet geçiyorum. Hatta Mad Men adlı diziyi izlerken Rachel Menken bana Hayatın Kaynağındaki Dagny Taggart karakterini hatırlattı. Ki Mad Men'de Ayn Rand'a bir sürü atıf görebilirsiniz. Ayn Rand hayranlarına güzel bir haberim de çekimleri 2010da sona erecek olan Atlas Silkindi filminde Dagny karakterini Sharon Stone ya da Angelina Jolie'nin oynayacak olmasıdır. Angelina büyük ara farkla rolü kapar gibime geliyor. Aslına bakarsan bu rolüen güzel oynayacak olan Aydır bana kalırsa..

Bu arada evden canlı bağlatı da yapayım, zeytinyağlı barbunyayı yaktım üzerine afiyet, kilosu da 5.75 yetele biliyo musun sevgili okuyucu, ama yazma aşkı herşeyden üstündür.

Ayn Rand dedik, barbunya dedik, Angelina dedik, peki ben sevgili okuyucu? Ah yine konuya geldik. Beynine şaplak yer mi insan, ben yedim hem de bikaç saat önce. Bazen algıların açılması için beyne şaplak yemek gerekir der atalarımız, ya da belki derler ilerdeki kuşaklar, nasılolsa bir internet sayfasının kaybolması 80 yıl sürüyormuş. Ben daha gücüm yettikçe yazıcam. İşte bak blog yazmanın bence en büyük güdüsü, iz bırakabilmek. her ölümlüde olan bir güdü bu, köpekler bile işediklerinde ağaçlara, yollara işaret koyuyorlar, insanoğlu naapmasın? Çiçekler, böcekler hayat da pek bir güzel derken, birlikte yürüdğünü zannettiğin insanın kafasının karışması, ulan ben bi de öyle bir gideyim demesi, senin ondan gayrı bir planının olmaması, bışşş diye kalmandır aslolan. Bunun olmasında da sen tutup da karşındakini suçlayamazsın. O bir birey değil mi şekerim, her birey de kendinden sorumlu değil mi? Sen niye kendine pay biçiyorsun, sen niye bişiyler hayal ediyorsun ki? Senin burda sorgulaman gereken şey, kendi isteklerin, kendi hayallerin ve kendi planlarındır.Bunu böyle bil, o kalın kafana sok ve bunu iyice anla.

Yarın kuaföre gideyim de biraz insana benzeyeyim sevgili okuyucu. Kuaför demişken, İstanbul Beşiktaşta kuaför tavsiyesi isteyenler için Kuaför Nihat derim başka bişey demem, hem terapist hem de sanatçıdır zat-ı muhterem. İletişim bilgileri için mail atmanız yeterlidir.

20090612

Taurus&Leo

Ben küçükken tam bir psikopattım sevgili okuyucu. Abartmıyorum gerçekten. Hiperaktif, huysuz ve uykusuz bir çocukmuşum. Elimi prize sokmaya çalışır, durmadan bir yerlere gitmeye çalışır, hiç uyumazmışım. Altı yaşıma kadar babannemlerin evinin bir alt katında yaşamışız. Babannem bana çok düşkündür bu yüzden, en çok beni büyütmüş, bir de eğlenceli çocuğum tabi her gün yeni bir aktivite onlara da:) Misal babanneme kızdıysam, kırmızı minik bavulumu toplar, "ben annaneme gidiyorum" dermişim. İzmirde yaşayan ananemdeyken, annaneme kızınca babanneme gitmeye karar veriyormuşum. Anneciğim uzun otobüs yolculuklarında sürekli ağlayan beni avutmak için molalarda mama ısıtırmış ocak bulup bir şekilde. Babam zaptedemeyince çit yapmış evin içine, belli patikalar oluşturmuş. Babamın 45liklerinin üzerinde, ki bunlar şimdi çok değerli, sek sek oynarmışım, gitarı alıp sokağa çıkarır, yoldan geçenlere çalarmışım. Evde binbir türlü yemek pişerken ben yan evlerden birinde yaşayan durumları çok iyi olmayan aileye gider onların sofrasına otururmuşum. O kadar net hatırlıyorum ki yoğurdun için tuz,kırmızı biber ve nane ekip, ekmekle onu yerlerdi, benim hala yaptığım ve çok severek yediğim bişeydir.




Bu da benim yanımdan ayırmadığım aslanım. Tutku derecesinde bağlıymışım bu aslana, artık parça parça olmuş, dikiş tutmaz olmuş, atmışlar. Ben tabi evi aşağı indirmişim, sonra oturup bana anlatmışlar. " O çok yaşlanmıştı, öldü o yüzden." diye mantıklı bir şekilde anlatınca tamam demişim.


Çok geçmeden başka bir aslan verdiler bana: Cicoz. 11 ağustos 1984te güzeller güzeli, pamuk kardeşim doğdu. Hiç kıskanmadım onu, ehlileştim o geldikten sonra, yaramazlık yapmadım, tam abla oldum yani. Görür görmez sevdim onu. O benim aksime inanılmaz sakin, uyumlu, herkesin durup sevdiği, inanılmaz tatlı bir bebekti. Burnuna peçeteleri büzüp büzük sokardı, babam da onları akşamları cımbızla çıkarırdı. Burun 1 cm olunca zor tabi. O gelince benim tüm huzursuzluğum gitti. Benim en yakın arkadaşım oldu.


Sonra ilkokula başladığım sene İskenderun'a taşındık annemin ısrarıyla. İskenderun çok çağdaş, kozmopolit ve sıcak bir yerdir. Okulum evimize çok yakındı. Cicozla ben aynı okula gittik. Annem çalıştığı için evde sürekli bize bakan kızlar olurdu yarım günlük anlaşırdı annem. Ama bu kızlar anneciğimin altınları çalıp kaçarlardı çoğunlukla. Biz Cicozla kalırdık tek başımıza, yemek yapmaya o zamanlarda başladım sanırım. Yumurta filan pişirirdim, annemin yaptıklarını ısıtır yerdik. Sonra da kırmızı BMXimle gelsin gezmeler, Cicoz öne otururdu, ben de inanılmaz dikkatli kullanırdım onu da taşıdığım için. O benim co-pilotluğumu yapardı. O yüzden görsel hafızası çok gelişmiştir.


Anadolu Lisesine de birlikte gittik. Tabi o zamanlar ergenlik halleri filan var üstte. Kavgalar başladı. Birbirimizi yedik o vakitler. Boğa ve Aslan gerçekten iki güçlü burç, dolayısıyla güç savaşına da girebiliyor. İnsan birisini çok sevince, bazen en çok onu üzebiliyor. Kavgalar benim üniversiteye gitmemle hız kesti. Üniversitenin son senesinde Cicoz da yanıma geldi. Bir sene birlikte kaldık, sonra ben büyük denizde boğulmaya İstanbula geldim.


Bir buçuk senedir yine birlikteyiz. ben Cicoz ve Bıcır kedimiz. Kendi dünyamızda çok mutluyuz. O kadar yaşanmışlık, paylaşım var ki anlatmakla bitmez. Ben kardeşimin adım adım büyümesini, gelişmesini, ve nasıl güçlü bir kadın olduğunu hayranlıkla, şaşkınlıkla izledim. Bazen o kadar olgun olabiliyor ki kim abla, kim kardeş şaşırıyorum. Niye böyle bir yazı yazdığıma gelecek olursak, çarşamba günü Cicoz araba aldı. Ben de işyerimden izin alıp onunla şubesinin olduğu Bayrampaşaya ordan da Aksaraya gittim. İşyerindeki hali tavrı, herkesin onu sevmesi, işine hakim duruşu, masası herşeyi izledim. İnsanlarla diyaloğu, kararlı yapısı, durmadan koşturması bütün bunlar gün içinde beni farklı bir boyuta taşıdı. Benim için hayatta iki tür insan var: sürekli ne yapacağını anlatanlar, ve düşündüklerini yapanlar. Cicoz aklına koyduğunu yapıyor. Araba istiyorum diyor, ucuz da olsa eski de olsa, borç harçla da olsa yapıyor. Dün direksiyon dersine birlikte gittik. Ondan daha çok tecrübem olmasına rağmen cesaretim yok trafiğe çıkmama. Onun cesareti var herşeye. Gözlerinde ateş var kardeşimin, yaşam ateşi. O kadar gurur duyuyorum ki onunla kelimeler az. Güzel annem iyi ki seni doğurmuş seni benim Atom Karıncam.

20090611

Bomonti Çıkarması


İki gün önceki yazımda, Bomontiye gideceğimi söylemiştim. Gittim, gezdim, gördüm. İşte burda da izlenimlerim:

İlk durağım: Nelson Outlet: Burda ben pek birşey bulamadım, ancak kafamda belli bir model olduğu için seçeneklerim sınırlıydı. Bikini ve mayolar gerçekten uygun fiyatlıydı, fiyatlar 20-30 lira arasında değişiyor, çoğu eski sezon.

Kom Outlet:(Güvenç Sokak) Sezon bikini, mayo ve plaj giysileri, iç çamaşırlarında %10 indirim var. Bir de fırsat reyonu var, burda iç çamaşırları, gecelik, pijama gibi ürünler mevcut. Ben bir adet can kurtarıcı korse ve bebek mavisi bir üst aldım. Tanesi 7,5 liraydı.

Ten Mayo Outlet: Yeni sezon ürünler de eski sezonlar da birlikte, iç çamaşırı çok yok. Fiyatlarda ahım şahım bir indirim söz konusu değil.

Mixage: Toptancı olarak Osmanbeyde mağazası bulunan firmanın perakende mağazası HUzur sokağın devamında. Elbise cenneti diyebilirim buraya, süper bir mini lacivert kot elbise aldım, sarı düğmeleri ve çok şık bir kırmızı ince kemeri var.

Blue Petrol: Mudo, Colins gibi firmalara fason üreten, Avrupaya ihracat yapan firmanın fabrika satış mağazası. Özellikle erkek tshirtleri çok başarılı tanesi 8,90dan 2 adet erkek tshirt 1 adet de bayan vyaka sarı body aldım.

Dagi Outlet: Fabrika satış mağazası. İççamaşırları, bodyler, sabahlık, pijama, gecelik, mayo ne isterseniz var. fiyatlar çok uygun. Örneğin iç çamaşırlarının tanesi 3 liraya geliyor ki normalde Daginin fiyatlarını bilirsiniz.

Sabah cep telefonuma bir mesaj geldi: Mangoda indirim başlamış, benim gözüm korkuyor ancak o kalabalığa girmeye, gazanız mübarek olsun:))

20090609

Ateş Topu


Görmemişin blogu olmuş, tutmuş bir günde milyon tane yazı yazmış. O kadar biriktirmişim ki, sürekli aklıma birşey geliyor ve yazmak istiyorum.
Sıcak arkadaş çok sıcak ya, ben senelerce Akdenizin göbeğinde %80 nemde nasıl yaşamışım bu nasıl bir işkenceymiş anlamıyorum. Şimdi benim şöyle bir problemim var, ben terleyemiyorum. Tiroid problemim filan yok, spor yaparken gayet de terleyebiliyorum ama siz normal insanlar gibi sıcakta terleyerek, vücudumun buharlaşmadan kaynaklı serinleme imkanı yok. Özelilkle nemli günlerde ben, vücut ısım yaklaşık 40 derece olaraktan, gözlerim kıpkırmızı, avuçlarımda ateşler tutarak oturuyorum.
Açık ofis fobimin çıkış sebeplerinden biri de budur. Açık ofis olayı tam bir saçmalık ve çok verimsiz bir uygulamadır bence. Bununla ilgili 10 saat münazara yapıp, herkesin aklını alabilirim. Ne verimilik ne bireysellik ne de performans kriterlerine uymayan bir uygulamadır ve çok bariz bir şekilde ne yaptığı hakkında bir fikri olmayan bir dallamanın keşfettiği bir olaydır. Neyse bu açık ofis ortamlarında sürekli üşüyen ve genellikle dişi olan organizmalar vardır. İşte bu, benim gibi ateş topu insan modeli için hayati yaşam tehdidi oluşturmaktadır. Her sene yaz başında bu yaz nasıl geçecek diye düşünüyorum, zira bizim odada klima çalışmıyor, çalıştıramıyoruz. Üşüyorlar anacım. Üşüyorlar. Ben de gözlerimde şimşekler, arada kafamı buzdolabına sokarak günü kurtarmaya çalışıyorum.
Bu akşam iş çıkışında Bomontiye gidicem, orada Ten ve Ayyıldız Mayonun outletleri varmış. Piyasa araştırması yapıp, bunları paylaşıcağım. Bomonti eskiden moda merkeziydi Şişlinin, hala bir takım tekstil şirketleri orda faaliyet gösteriyor.

Matruşka Bebeği Gibiyim

Bu resmi gördüğümde direk aklıma şu zamanlarda yaşadığım 28 yaş krizi geldi. Bu ismi ben uydurdum ama bence cukk oturdu. Annem de menapozda zaten, birbirimize uyum sağladık. Allahtan sevgilim bu krizi yemiş yutmuş bitirmiş de onunla da uğraşmıyoruz:))

Şİmdi gelgelelim 28 yaş krizi belirtilerine:

- Göz çevresinde ilk kırışıklar, mimiklerdeki ufak çizgiler, artık eskisi kadar çabuk kilo veremediğini görmek. (Abovvv sevgili okuyucu, feci bişey bu gerçekten, geçen sene göz kremi vermişlerdi numune olaraktan bu arada bayılırım numune kozmetik malzemelerine, neyse konu saptı her zamanki gibi, ben de pehh demiştim ne kremi, son bir aydır sürüyorum valla.)

- Kariyerle ilgili sıkıntılar, endişeler, ne olacak benim bu halim sorunsalı ( Bu kısım benim gibi bir dikiş tutturamamış kişiler için geçerli tabi ki) Bu halimle ilgili ayrıca yazılar yazıcam okuyucu, feci muzdaribim bu durumdan.

- Evlilikle ilgili duygu ve düşüncelerin sorgulanması, evde mi kaldım neye göre kime göre, evlilik gerekli midir, ya ama çocuk da gerekli bişey öyle bıcır bıcır hem zeki insanların üremesi lazım, off kim yapıcak şimdi çocuğu kolaysa 50 kilo sen al, ver, di mi.

- Benim gibi şanslı olmayanlar bir de düzgün bir adam yaşıyor mu, yaşıyorsa nerde alaskada mı, gay mi olmuş, ne olmuş onu sorgular. Ben de 28ime kadar sorguladım yani ondan biliyorum.

- Acaba şimdiye kadar üstüne gitmediğim yeteneklerimin üstüne mi gitsem , ne bileyim, şahane bir fotografçıyım belki, ya da benden bir tango yıldızı olacaktı kimbilir.

- Mekan değiştirme gelgitleri:Bodrumda yaşanır mı ki?Yok yok en iyisi Kübaya gitmek, orda da bir şekilde çalışmak lazım, ne biliyim türk restoranı açarım belki. ABDye gitsem, bir yüksek lisans daha yapsam, tabi Amerika beni bekliyor zaten, yaw bu Kelebek gelicekti, nerde kaldı ki, borsa filan çöktü, mortgage bu yüzden patladı anacım Amerikanın haberi yok, kekolar işte.

Yazılarımı sonuca bağlamayı sevmiyorum, bu yazıda dolayısıyla yine sonuçsuz kalacak. Sonucu senin hayaline bırakıcam, herşeyi devletten beklememek lazım di mi sevgili okuyucu:))

Zamana İnat Aşk



Böyle insanlar var mı varsa onlara tapmak istiyorum. İşi gücü bırakıp onların yanına yerleşmek, akşamları çiçeklerin arasındaki çardakta bu teyzenin yaptığı kabak çiçeği dolmasını yiyip, amcamla bir duble yeşil efe tokuşturmak istiyorum. Onların şereflerine kadeh kaldırmak istiyorum. Nedense bu insanlar varsa kesin Egede yaşıyorlardır diye düşünüyorum. Ancak Egeli bir kadın bu kadar özgüvenli ve her yaşta güzel olabilir diye düşünüyorum. Bu resim beni mutlu ediyor ve içimi ferahlatıyor. Böyle güzel aşkların şerefine diyorum...

Zamanla gelen edit: Ben Egeli değilim, Akdenizliyim kuzucuklarım:)

Öpüjemm Abi..



Ben ve içki, ikimizin arasında özel bir münasebet vardır. Bazen böyle çakırkeyf, öpüjemm abi diyen sevgi kelebeği birine dönüşebilirken, bazen de her yere kafa atmak isteyen agresif birine dönüşebiliyorum. Bazen manik depresifim de acaba içkiliyken mi ortaya çıkıyor diye düşünmüyorum değil. Kendimle ilgili yeni keşfettiğim bişey mesela, kafamda ufacık bir huzursuzluk, soru işareti, sıkıntı olursa benim içkiden uzak kalmam elzem bir mevzu, hatta ve hatta bu bir bira bile olabilir.

Üniversite zamanında bir gün Sumbazın evindeyiz, ben, Sumbaz ve Ay oturuyoruz. Sumbazın evi o zaman yeni yeni yapılanmaya başlayan Çayyolunda. Ev 3 katlı altta da bodrum var. Sumbaz o sene Abdye gitmiş, Miamide güneşlenmiş, süper vakit geçirmiş ama Sumbazlığını yapmış uçakta içki olarak ne var ne yok çantasına atmış. Tabi biz de öğrenci mantığı, para yok sefiliz yani, Sumbazlarda ne var ne yok içiyoruz. Benim şöyle tehlikeli bir yanım var sevgili okuyucu, ben hiçbişey belli etmem, sinsiyimdir, çok yakınlarım ancak anlayabilir kafamın beş milyon olduğunu, hele onlar da içiyorlarsa hiç mi hiç anlamazlar. Neyse saat de 12 filan olmuş, ben bişeye kızıp telefonda gereksiz birileriyle konuşuyorum. Kızların uykusu gelmiş, yatmaya çıkmışlar.

Sabah Sumbaz kalkmış, yukarıdaki odalara bakmış, salona bakmış, bodruma bakmış, ben yokum. Aklı gitmiş. Bu hatun nereye gitmiş ki, acaba bişeye kızdı kendini sokaklara mı vurdu demiş, ayakkabılar orda, çıplak ayakla mı çıktı demiş acaba, ben burda yuh artık diyorum. Neyse bir daha bodruma bakayım demiş, sonra dikkatini yerde sarılı bir halı çekmiş. Benim ayaklar ordan göz kırpıyor. Üşümüşüm halının içine girmişim ne var yani. Bu insanlar da çok sıkıcı canım:) Ne var ki bunda..

Sene 2002 filan benim doğumgünüm, yine Ankaradayız. Bir arkadaş doğumgünüm için bi mekan ayarlamış, ismi de Zaguda. İsme gel ya! Zaten muhtemelen adamlar benim doğumgünümden sonra kapatmışlardır. Neyse kalabalığız 10-15 kişi. Haftaiçi bir de. Biz gittik Zagudaya, zaguda gibi. Arkadaş giriş ücreti olmadığını söyledi, haftiçi zaten, bi biz varız mekanda, ne girişi. Zaguda denen müstesna mekan en ön masayı ayırmış bizim müstesna grubumuza. Hepimiz öğrenciyiz, içimizde Bilkentli concik de yok yani, bütçe belli, insanlar mekana güvenemediklerinden birer tane bişiler içtiler. Ben de o akşam yemek yemeden çıkmıştım, evde bişiler içmiştik çıkmadan önce. Ben de birşey içtim sanırım. Müzik felaket, eller havaya, hiç çekilmiyor, ortam modifiye edilmiş pavyon, ki bana eller havaya olan her yer o şekilde geliyor. Keops filan benim için bir eziyet mesela. Neyse ben tabi çaktırmıyorum yine, aferin bana madalya takacaklar, söylesene kızım, ya arkadaş benim kafam iyi, yani hesap işiyle siz ilgilenin de di mi?? Yok olmaz, sorumluluk sahibi yüce insan ben herkesten paralarını aldım. Bu arada Zaguda bize giriş parasını da geçirdi. Neyse orda bir kopukluk var mesela benim beynimde, ne yaptım bilmyiorum ama çıkarken bodyguardlar bizim yolumuzu kesti. Çıkamazsınız dyorlar, Niye diyoruz? Parayı ödemediniz. Ödedik biz arkadaşım, Allah Allah ya filan diyoruz. Ben de diyorum ki, siz nasıl bir yersiniz böyle, alın burdan da çekin hesabı diyorum benim bankamatik kartını veriyorum ama kartta toplam 10 tl filan vardır:)) Sonunda Sumbazın aklına benim çantama bakmak geliyor ve tatamm, Tahmin edin ne olabilir:))Hiç hatırlamıyorum ama valla ya:(

Son bombamsa Asmalımescit Pi'de oldu. Sevgili ve Haydariyle gidilen bir Lambodan sonra toplam 1,5 birayla yine üstün bir performans sergiledim. Neyse Pi'ye bir bakalım dedik. Gidenler bilir, girişte sol tarafta bar bölümü vardır. Biz o tarafa ilerlemeye başladık. İçerde daha yer görünüyordu,, ben en öndeyim. İnsanlar beni görünce yer veriyor ilginç bir şekilde, ufak tefek görünüyorum sanırım. Neyse bir noktada kızın biriyle karşılaştık. Sağa davranıyorum kız sola davranıyor, çarpışıyoruz. Ulen sol yapıyorum kız şapşik midir nedir sağa gidiyor yine çarpışıyor, kız gülümsüyor ben de gülümsüyorum. Beyin özürlü heralde diyorum içimden, arkamda da sevgili. Kıza diyorum ki, güzelim ben sağdan gidicem sen de sağdan git. Kız mal arkadaş, yok yine sol yine sol. Sonra dikkat ettim, kızın yüzü bana ne çok benziyor. Anaa, bu benim. Saçlarımı o gün kıvırcık yapmıştım, insan kendini bu kadar mı tanımaz. Arkaya baktım, kurdeşenler dökerek, sevgili görmediyse durum idare edilebilir. Benim anlayışlı sevgilim o anda bana çaktırmadı. Meğersem tüm diyaloglarımı görmüş sonra söyledi. İşte bu da salak ben yani...

20090608

100.000 sterlinlik çırak mı olur sayın okuyucu??


Bir ara Appentice programının UK versiyonuna feci kafayı takmıştım. Bu takıntı öyle böyle değil, gündüzleri hayalini kurmama geceleri ise beni gece yarılarına kadar uykusuzluğa sürükleyen bir halet-i ahvaldi. Bu apprentice dedikleri bizim bir ara Çakma Apprentice diyebileceğimiz türden 'Çırak" adıyla yayınlanmış, daha çok Tuncay Bey'in sürekli kabızlık çektiğini düşündüğüm mimikleriyle iç baydıran, çok bilmek= çok okumak olmadığını gösteren hanım kızlarımızın sıfır olgunluk sergiledikleri, bir saçsaça başbaşa girmedikleri, erkeklerden yarısının ezik, kalan yarısının yarısının odun ve şovenist ( bakınız: Cem ve Ahmet ikilisi), diğerlerinin ise ortalamanın üstünde olduklarını düşündüğüm bir yarışma idi. Sonuçta lise mezunu Ahmet arkadaşımız( odun olan Ahmet değil) olağanüstü sempatik, mütevazi ve yaratıcı kişiliğiyle hepsini ezerekten bileğinin hakkıyla çırak oldu. Sonra kendi işini kurmuş sanırım, şimdi haberlere bakarken gördüm. Aferin, yürü be Ahmet kim tutar seni..


BU deneyimden sonra yıllar sonra beni vezir de eden rezil de eden merakım neticesiyle, ecnebiler nasıl yapmış ki acaba diye youtube'un yolunu tuttum. US versiyonunu bulamadığım için Uk versiyonunu izlemeye başladım. İngilterenin en önemli işadamlarından Sir Alan Sugar'ın kendisine çırak aradığı programın 3 ve 4. sezonlarını izledim. Çok büyük fark var arkadaşlar, rekabeti tam olarak görebiliyorsunuz bu yarışmalarda. Profesyonellik içinde ele alıyorlar her projeyi, iş planlama süper. İşte burda naçizane bir tespitimi paylaşmak istiyorum: Şimdi bizim Türklerin bence en büyük sorunu, çok gaza gelmemiz. Nasıl mı? Şöyle: Şimdi mesela bir proje var, şirket düşünüyor bu işin karı nasıl, eğer kar güzelse hadi girelim diyorlar. Buraya kadar herşey güzel ama bir eksik var. Proje için ne bir planlama, ne bir yatırım ne de gerekli insan kaynağı var. Biz bu işi alalım, sonrasında ne gerekiyorsa yaparız diyorlar. Olmuyor arkdaşım o şekilde ancak bakkal yönetebilirsin. Plansız insan bile olmazken, şirket nasıl olsun? Bu adamlar akıl olarak olarak bizden üstün değil, hatta ben bizim çok daha fazla pratik zekaya sahip olduğumuzu düşünüyorum. Eksik, bizim planlama, öngörme ve işbirliği yetimizin az olması. Neyse kısa keseyim, Apprentice Uk İzlenimlerim:


Sezon 3: Yarışmacılar: Simon Ambrose,Ghazal Asif,Tre Azam,Gerri Blackwood,Paul Callaghan,Ifti Chaudhri,Kristina Grimes,Katie Hopkins,Adam Hosker,Andy Jackson,Jadine Johnson,Sophie Kain,Lohit Kalburgi,Rory Laing,Naomi Lay,Natalie Wood.



En Akıllı Bıdık: Simon

Çıtır, pıtır bir çucuğumuz olan Simon, Sir Alan'ın çırağı olma fırsatını da yakalamıştır. Gümbür bümbür bir amazon olan ve benim favorilerim arasında yer alan Kristina ne yazık ki acımasız kapitalist ve maskülen dünyanın hezimetine uğramış ve yaşındna dolayı çıraklığı Simona kaptırmıştır. Bütün çırakların erkek olması tesadüf müdür? Sir Alan kendisine güvenmemekte midir? Bu kadar maço olamaz heralde diye düşünmek isterim.




En amazon: Kristina

Hakkı yendi bu hatunun, ben böyle bir özgüven, böyle bir profesyonellik görmedim. Yönetim tarzı, insityatif alışı, zarafeti ve gururu Kristina benim favorimdi. Yarışma bittikten sonra zilyon tane iş teklifi almış.Alsındır, helali hoş olsundur.







En çaylak: Ghazal

Tini mini,şini mini, pinky minky, ufacık boyunla ne gelirsin, 5 dil bilmen seni iyi bir işkadını yapmaz yavrucum hadi ağlama, git bir Frappicino iç sen en güzeli...








En kontrol edilemeyen: Tre



Senelerdir kendi işini yapan bu adam küçük yaşına rağmen bir sürü başarı elde etmiş, pazarlama konusunda dahi bir adam. Trenin kaybetmesinin sebebi, kontrol edilemez ve agresif olmasıydı. Apprentice UK'in kendinden en çok söz ettiren yarışmacısıydı. Çıkarken: "Fuck the team work, I will do my own business" diyerek beni kendine bir kez daha hayran bıraktı:))

En idiot : Paul



Askeri anlamda çok stratejik görevler alan Paul tam anlamıyla idiottu. Fransada bir halk pazarında İngiliz ürünlerini satmak üzere gittikleri bir görevde inatla teneke kutusundan yaptıkları ateş ocağında domuz sosislerini kızartmaya çalışması izleyeciyi gerdi de gerdi, canım Kristinam olaya el koydu da sonradan olayı düzelttiler. Sir Alan delye döndü bu zeka düzeyini görünce. Bir de bu arkadaş uçkuruna sahip çıkamadı kendisinden 50 yaş büyük yarışmanın en "bitch"i Katieyle halvet olayına girdi ki (canlı yayında diil tabi ki sevgili okuyucu.çüşünüz) karizmayı yerle bir etti. Sevimsizdi zaten, tencere kapak olmuşlar.




En ağlaklar: İfti & Jadine

İfti:

Başarılı bir performans sergilemesine rağmen ikinci haftada, baaaaa ben kızımı özledim evimi özledim, uçan da kuşlara malum olsun diyerekten Sir Alanın hiddetini çekmiş akabinde de evden kovulmuştır. Düzgün adamdı, efendiydi vesselam..

Jadine:

İlk başlarda performansıyla beni hayran bırakan Jadine de duygularının esiri olmuş ya da girdiği pre mestürasyon döneminden çıkamamıştır. O yüzden erken veda etmiştir.


En Loser: Andy





Andy baştan kaybetmiş arkadaş, biri gazı vermiş bu adama yazık, işini filan da bırakmış gelirken, inşallah iş bulmuştur. burda bile birilerine acıyabildim ya helal olsun bana:)




En kanka olunası adam: Lohit

Gay olması kuvvetle muhtemel Lohitçim, bir sürü güzel yemek, hoş sohbeti ile gönüllerimizde taht kurmuştur. Kendi alanında çok başarılı olan Lohit, iflah olmaz bir maço olan Sir Alanın ayrımcılığına kurban gitmiştir.


En taş: Naomi

Hem akıllı,hem taş, hem de başarılı, meaşallah sayın okuyucular, oğlum olsa alırdım bu kızı valla:) Çok hassas ve bazı noktalarda güçsüzdü ondan kaybetti.








En Bitch: Katie

Oww sayın okuyucular, bu kadın tam bir kariyer manyağı olmuş, her türlü çirkefi yapabilecek bir kadındır. Program sırasında Paul'la mercimeği fırına verdi. Bu kadın eski işinde yılda 100.000 sterli kazanıyormuş. Ve inanır mısınız bilmem ama Sir Alan Kristina ve Katie arasında kararsız kaldı. Bu kadını benim Burselde çalışırken birlikte çalıştığım Reyhan isimli bastı bacak, çirkin, kompleks yığını ama ağzı durmadan laf yaptığı için bir sürü para kazanan kadına benzettim. Kadın ofisin ortasında sevgilisini arar, dün gece harikaydın bebeğim, hahahah filan diye konuşurdu. Tip de görsen Emel müftüoğlunun suratı al, gözlük ekle, boy 1,55 kilo da 80 filan.

20090605

Sevgili Prenses Kızım


Benim bir gün bir kızım olursa, onu prenses gibi yetiştiricem. Valla sevgili okuyucu, bu hani pembeler içinde sarıp sarmalayacağım bir kız fantazisi değil inan ki. Bu arzumun altında yatan sebepler, benim hiç de öyle yetiştilmiş olmamamdır ve evet inanılmaz kıskanıyorum. Kimi mi? Dur anlatayım:


Hani böyle kadınlar vardır, pembe rujlarını sürer, topuklu terliğini giyer, hep gülümser, ayakları pedikürlü, saçları hep fönlüdür. İŞte de başarılı olur bunlar, herkesle arası iyidir, herkes onlara kadına davranılması gerektiği gibi saygılı davranır, mesai olsa bu kadınlara verilmez, o kadındır hassas, kırılgan, senden benden çok kazanır ama o kadındır lütfen. Babaları bunları hala öper koklar, arkasında olur, kollar. Zaten üniversitede arabaları alınmıştır. Rol model sağlıklı bir baba olunca, en düzgün adamı da bulur, evlenirler, böylelikle işyerinde bir imtiyaz daha elde etmiş olurlar. Halıları genelde pembe,lila renktedir bunların. Ebebeynlerle çatışma yaşamadıkları için kayınvalide kayınbaba bilimum akraba tos tobakla iyi geçinirler. Kadın gibi kadın olmasını bilirler, eşleri bayılır bunlara. Sevgili okuyucu ben bunu küçümsemek için anlatmıyorum. Hani benim gibi amazon olan kadınların ne hayrını gördüm söyle bana. O kadar savaşmışız ki, tahammül sınırı düşmüş. İŞte her türlü zorluğu kaldırmışız, deli gibi çalışmışız, ama kadın olamamışız. Ne acı..Feci kıskanıyorum o yüzden.


Sözün özü, fikrin közü diyeceğim, kızımı prenses yapıcam ben. Başına prenses taçları takacağım. Dursun yanımda okusun, öyle şehir dışına gidince hiç de adam olmuyor insan, acı patlıcan oluyor olsa olsa. Çilekeşlik bişey öğretseydi, sokaktaki dilenciler filazof olurdu. Kızacaksınız bana evet,işte kadın gücü, feminizm diyeceksiniz. Yanlış taşa çarptınız ben o dediklerinizi doktrin aldım hayatımda, kendi başıma yapamayacağım hiçbişey yok, yalnızlıktan korkmam, feci iş bitiririm, hayatıma tekrar tekrar yeniden başlarım, ama ağız tadıyla naz yapamam, bir telefonla istediklerimi yerine getirttiremem. Bana bunu öğretmediler, ben babamdan bişey isteyemem mesela. Ve bana bu ne kazandırdı...Bilmiyorum, ama bildiğim şey kızımı pamuklara sarıp sarmalıycağımdır. Onu hiç bir baskı altına almadan, bilinçli olarak yönlendiricem, hayat bir kere, ve bir hata bazen çok şeye malolabiliyor. En azından bir şeyi yapmadan önce hata olduğunu bile bilmek, insanı bir adım öne taşıyor.


PS: Resim alakasız oldu ama reklam, yazı bilimum iletişim zımbırtısında çocuk resmi kullanmaya karşıyım, o yüzden prenses gibi büyüdüğünü tahmin ettiğim Miranda Kerr'i kullandım:)